Aşk, Yepyeni Kalabilen Eski Bir Masaldır. H.HEİNE

17 Kasım 2011 Perşembe

Kabus

Hani dalgın olursunuz. Düşünürsünüz, ama ne düşündüğünü bulamazsınız. Cümleyi kurarsınız ama sonunu getiremezsiniz ya da öznenizle uyuşmaz...  Çelişki yaşarsınız öyle ki kendinizle çelişirsiniz. Kendinize yabancılaşırsınız, baktığınız yerde değilsinizdir artık. Artık ne düşündüğünüzü bilmeden düşünmek, isminizle seslenildiğinde dönüp bakmamak normaldir sizin için. O siz değilsinizdir. Sanki içinize ihanet etmiş gibi...


Sonucunun ne olacağını bilmeden yaşarsınız, ruh gibisinizdir... O kadar kaybolmuşsunuzdur ki artık etrafının da yabancılaştığını hissedersiniz kendinize. Hani sanki hiçbiri sizin arkadaşlarınız değil, aileniz değil, tanıdıklarınız değil, sevgiliniz değil gibi... Hayatınıza yabancılaşırsınız. Utangaç, korkak, yalnız, mutsuz ve beklentisizsinizdir artık...


Artık siz siz değilsinizdir... Başka bir yerde başka bir kimlik kazanmaya gücünüz varsa ne ala... Belki yeniden başlarsınız. Ama yoksa aldığınız her nefes yorucu, bıktırıcı ve can acıtıcıdır...


Hayat bazen tatlı bir rüya, çoğu zamanda tatlı bir ruyadan sonra terleterek uyandıran bir kabus gibidir sanki. Kabus, bazen uyandıramayacak kadar gerçektir...

14 Kasım 2011 Pazartesi

içimden geldi dinledim...

http://youtu.be/U3ZsBimsaUc

Hindi Zahra... Zaten severdim ama resmini görmeyi beklemiyordum facebook alemlerinde, şaşırdım. Özellikle ben dinledikten sonra görmek, sanki içimi okuyorlar yahu korkuyorum :)

12 Kasım 2011 Cumartesi

O kadar aynıydık ki...

Biz aynıydık seninle...

Nefes alışlarımız, nefes verişlerimiz...


O kadar aynıydık ki, aynı rengi severdik mesela. Aynı renkte olurdu seninle kurduğumuz hayaller. Aynı renkte severdik, aynı renkte ölürdük birbirimizden ayrıyken... Gökyüzünün rengi bizim için birdi...

O kadar aynıydık ki aynı anda konuşurduk genelde. Aynı anda lafa başlar aynı anda susardık... Sen hep benden salise önce söylerdin sevdiklerini ve ben seni o kadar çok severdim ki -bunu herkes bilirdi- bazen sırf beni daha çok sev diye aynı şeyleri sevdiğimizi söylediğimi düşünmenden korktuğum için susardım. Bir sonraki hedefim hep senden önce konuşmak olurdu. Çünkü o kadar emindim ki aynı cümleyi kuracağımıza bir daha ki kesiştiğimizde, o kadar emindim ki geri kalan yarım olduğuna...

O kadar aynıydık ki, aynı yemekleri severdik mesela. Sen yerken benim gözlerimin içi gülerdi. en güzel yemek olan en sevdiğim yemektir ya zaten, seninle aynı zevki paylaşmak daha bir tatlı, daha bir güzeldi hep. Hele ki sen karşımda yemek yerken... benim ilk lokmam senin genelde son lokman olurdu... Sen yerken yemeğini, ben im karnım doyardı zaten. Sanki dişlerinin öğüttükleri benim mideme gidermişçesine, yemek borumuz birmişçesine...  Aynı soluk borumuz gibi ;)




O kadar aynıydık ki seninle, gelecekteki planlarımız hep pişti olurdu. O yüzden yolumuz illa ki kesişecekti benim gözümde... Aynı bankta oturmayı, aynı -hayali- evde yaşlanmayı dilerdik içten içe...Bankın bile baktığı yön aynıydı gözümüzden. Bizim hayata baktığımız yer aynıydı zaten ki...



O kadar aynıydık ki seninle, aynı şarkıyı severdik mesela ya da aynı diziyi aynı filmleri... Ama öğrendiğimizde paylaşamazdık. Hiç aklımıza gelmemişti paylaşamıyorsak 'biz'im olsun demek. Daha önce 'biz' olmak hiç aklımıza gelmemişti belki. Belki korku, belki zamansızlık, belki belki hep olduğumuz şeyi aslında farkedemediğimiz için işte...   Bir gün çaldı, dinledik, bir-leştik ve bizim oldu işte o şarkı. Aslında o günden beri... Ben benim, sen ise senin sanıyordun... ta ki biz'i tanıyana kadar...




Biz seninle o kadar aynıydık ki ; aynı şeylere gülerdik, aynı tepkileri verirdik mesela. Şaşırırdık, üzülürdük, kızardık, gülerdik aynı anda. Ve aynı anda severdik birbirimizi bir bakışımızla. Aynı anda akardı gözlerim gözlerine, Ağzımızdan çıkan kelimeler gibi kalbimize giren aşk dolu nameler aynıydı hep...



Biz seninle o kadar aynıydık ki yeteneklerimiz farklı olsa bile ruhumuzla birleştirmeyi başarırdık sanki... Ben düşünürdüm yazı yazardım, sen düşünürdün resim çizerdin... Sen benim düşündüğümün resmini, ben senin düşündüğünün yazısını yazardım. Yani elimizdeki resim, elimizdeki yazının tasviri olurdu. Öyle bakardık işte seninle hayata, hayallerimize, geleceğimize... Öyle bir düşünceydi bizimkisi Bir'in bir'i, en'in en'i gibi...

O kadar aynıydık ki seninle ben, aynı şeylerden korkardık mesela. En büyük korkumuz hep birbirimizi kaybetmek olmuştu... En büyük zorluk hep sana dokunamamak, senin verdiğin nefesi benim alamamamdı...


Biz seninle o kadar aynıydık ki,
aynı şeylere inat eder, aynı ketumlukla toslaşırdık bir köprüde, iki keçi misali...
Aynı anda bakardık gözlerimize, aynı anda sönerdi öfkemiz,
İkimizde saman alevi gibiydik, aynı anda parlar aynı anda sakinlerdik...

O kadar aynıydık ki; aynı anda aklımıza düşerdik birbirimizin ve aynı anda arardık birbirimizi, bu yüzden en aşk dolu anlarımızda meşgul çalardı telefonlarımız...
Ben seni aramakla, sen beni aramakla meşgul olurdun...Sonra aynı cümlelerle mesaj attığımızda anlardık birbirimizi sevmekle meşgul olduğumuzu ve 

katlanırdı aşkımız biz'e birbirimizi katarak...
O kadar aynıydık ki bir gün ağlarsak aynı anda ağlardık ve aynı şey için... Neydik biz, evet bir'dik ,en'dik, tek'tik...

O kadar aynıydık ki biz bir gün gidersek aynı yönden aynı yöne gidecektik...
Ama ben hep senin solundan yürürdüm, sen benim sağ yanım olurdun, ben senin sol yanın...
Bir tek bu farka alıştırdık birbirimizi, o da tamamlanmak adına dedik, yanyana olmak adına işte...

Ama o kadar aynıydık ki bir gün gidersek ikimiz de aynı yoldan gideceğiz belki birbirimizden,
Ne yazık ki o zaman asla kesişemeyecek yollarımız...
Ben sağımda seni hayal ederek yine soldan yürüyeceğim,
Sen ise solunda beni hayal ederek sağdan yürüyeceksin...
Ve bir daha yollarımızın kesişmesini beklemeye yüzümüz kalmayacak...
.

11 Ekim 2011 Salı

Kayboluş

Düşünmem gereken o kadar çok şey var ki...
Aklımın yetmediği yerde kendimi beklemeye alıyorum adeta.
Ve ben şimdi gamzelerimin yerini sorguluyorum...
Unutuyorum...
Yavaş yavaş, kanatmadan fakat acıtarak...
bütün cümlelerimin hayallerimin sonunda üç noktalar hüküm sürerken;
Artık kendimi parantezin içine hapsediyorum...
Bunu ben yapıyorum.
Bunu ben yapıyorum...
Dalgınım ve daldığım yerden çıkamıyorum.
Çıktığım nefes aldığım yerlerse çok başka,bambaşka.
Kendimi kaybediyorum, kayboluyorum...
Yabancılaşıyorum kendime...
Kendime yabancılaşıyorum...
Bir sürü olmaktan korkuyorum, bir sürü çağla, bir sürü ruh...
Çokum , okadar çokum ki kendi kendimle kendimin dedikodusunu yapabiliyorum..
Sonra anlıyorumki nerde çokluk orda bokluk;
Aslında hiç mi hiç yokum...
Bir-leşmeyi özledim...Bir olmayı, tek olmayı.
 Parçalarımı toparlamayı.
Ben hep dağınıktım, hep darmadağındım..
Odamın içinde eşyalarımın yerleri belli değildi. Bir orda bir burda...
Ama kendimi bu kadar dağıttığımı farkedemeden ben,
Kaybolan parçalarımı arıyorum şimdi yerlerden...
O kadar birsürü ki,
Bulup tamamlayıp toparlayamıyorum işte..
Hem çokum, hem yokum..
Bir sürü parçam var ama eksiğim, tamamlanamıyorum...

23 Eylül 2011 Cuma

Ellerim Ellerin...

 Ellerim aşk kokuyordu...
 Ellerim sen kokuyordu.
 Bir nefes çekiyorum en derinden
 içime 'İlk'ten bir huzur doluyordu.


||Biz varoldukça hayallerime ay doğuyordu||


Ama bir hastalık 'çağ'ı çalıyor kapımı;
Kim o demeden açıyorum birden,
Hazırlıksız yakalanıyorum,
Kim olduğunu bilmeden..


Göz deliğinden bakıyor gözlerim ve
Boğazıma düğümleniveryor neşeli nağmelerim


Kökünden çekiliyor kanım,
Kanım sert, kanım kırmızı
Kulaklarımda nisanın fısıltısı
Gözlerim hayatın kör talihine kapalı,
Bir tad var dilimde ,
Hani çocukluğumdan beri özlediğim,
Arayıpta bulamadığım sanki.
Bir damla var kirpiğimde,
Nerden çıktığını anlayamadığım bir hüzün bulutu temsili gibi
Yıkıcı, boğucu, bunaltıcı...
Bıktırıcı, yıldırıcı...


Ellerimle dağıtamadığım bir sis var kapımın arkasında,
Burası benim cennetim diyorum, işte cennet burda
Ama sis öyle çok ve yoğun ki;
Her yer flu, her yer gri..
Çığlık gibi, ayaz gibi, kötü, pis, karamsar...
Ellerim onu yok edemeyecek kadar küçük
Hırçınlığıyla başedemeyecek kadar narin...


Ellerim...
Oysa onlar benim aşkla beslediğimdi,
Senle beslediğimdi...
Seni severek narinleşti ,
Sana dokunarak sakinleşirdi...


Ellerim...
Onlar kendimi kurtarmaya yetmezdi,
Battığım herneyse, ellerim çıkmama yardım edemeyecekti...
Ellerim içinde bulunduğum simsiyah defterin beyaz kalan tek yeriydi...


Ellerim sendeydi,ellerim sendi...
Ellerim sen kokardi,
Ellerim ellerindi... 


                                                                    Çağla BOZKIR...

20 Eylül 2011 Salı

Beyin ve Sinir Rahatsızlıkları 1

Bir süreliğine dikkatimi çeken hastalıkların bilgilerini sizlerle paylamak istiyorum. Aslında herkesin bilgi sahibi olması gereken. Sebeplerini yaşayıp, önemsiz olarak adlandırılmaması gereken ciddi rahatsızlıklar...


 Beyin Anevrizma Belirtileri
 Subaraknoid Kanama


Subaraknoidal boşluğa, arter ya da ven ' in yırtılması sonucu, kan sızması ile meydana gelen tablo "subaraknoidal kanama" olarak adlandırılır. Subaraknoidal boşluk veya aralık ise beyinin en dışını saran pia mater adı verilen çok ince zar ile bu tabakanın üzerindeki zar olan arachnoidea arasında kalan mesafedir. Subaraknoidal kanamalar çok değişik nedenlerle meydana gelirse de en sık nedeni anevrizmalardır. Subaraknoidal kanamalar kafa içi patolojiler içinde, birden ölümlere yol açabilen en ağır klinik tabloların başında gelir ve anevrizma rüptürüne bağlı subaraknoidal kanama görülme sıklığı 40 - 60 yaş grubunda en yüksektir. Anevrizmalı hastaların % 50 sinde, genellikle kanamadan 1 - 3 hafta önce, uyarıcı belirtiler vardır. Baş ağrısı olguların % 30 unda çoğunlukla anevrizma tarafında olmak üzere tek taraflıdır. Anevrizmal subaraknoidal kanamaların % 30 u uykuda ortaya çıkar. Nedeni bilinmemekle beraber ilkbahar ve sonbahar ayları kanama sıklığının daha fazla görüldüğü aylardır.

Halk arasında baloncuk olarak bilinen anevrizma denince; genel olarak, temiz kan taşıyan damarlara ( arter ) ait genişlemeler anlaşılır. Anevrizmalar aort gibi çok geniş damarlarda oluşabildiği gibi, küçük ve orta boy damarlarda da oluşabilirler. Bu bölümde konu edilen, ani kanamalarla bazen çok dramatik sonuçlar veren beyin anevrizmalarıdır.
Anevrizmalar yapı itibarı ile damar duvarının doğuştan zayıf olduğu noktalarda, genellikle de damarın daha küçük dallara ayrıldığı noktalarda oluşur. Damar duvarının zayıf olduğu noktada damar içi basınç ( tansiyon ) nedeniyle her kalp atımında damar duvarı zayıf noktadan dışarı doğru bombeleşerek zamanla baloncuk oluşur. Baloncuk duvarı basınca dayanamadığı anda da patlar, patlama ya kendiliğinden olur ya da eforla oluşur. Örn. öksürme, ıkınma, cinsel temas gibi basınç artmasına neden olan aksiyonlar...


Anevrizmanın beyinde oluştuğu yerler


 Beyini besleyen damarlar, beyin tabanında birleşerek Willis Poligonu adı verilen damar ağını meydana getirirler. Anevrizmalar genellikle bu willis poligonunda oluşur.
Anevrizması olan insanların büyük bir bölümünün hiçbir şikayeti yoktur. Ancak bazen migren tarzında ya da spesifik olmayan baş ağrıları olabilir. Ayrıca anevrizmanın büyük olduğu durumlarda kitle etkisi nedeniyle beyinde komşuluk yaptığı sinirlerle ilgili belirtiler görülebilir. Koku duyusunda bozulma ve göz sinirlerine ait felçler gibi...



 Anevrizma nasıl ortaya çıkar?

  • Genel amaçlı yapılan tomografi veya MR tetkikinde tesadüfen
  • Kafa sinirlerine ait belirti vererek. Örneğin görme sinirine ait felçler.
  • Kanama sonucu: Kanama da sızıntı şeklinde beyin zarları arasına (subaraknoid kanama) veya beyin dokusu içerisine olmak üzere iki türlü olabilir.
Yukarıdaki nedenlerden en önemlisi kanamadır. Aniden, çok şiddetli baş ağrısı, arkasından menenjit belirtisi olan ense sertliği ( çoğunlukla 6 - 24 saat içinde yerleşir ), kusma, kanamanın cinsi ve ağırlığına göre bilinçte bozulma ve bazen bel ağrısı ile ortaya çıkabilir. Baş ağrısı en yaygın belirti olup vakaların % 97 sinde vardır. Hasta genellikle "hayatımın en kötü baş ağrısı" diye nitelendir...

18 Eylül 2011 Pazar

Ayran içtim ayrı düştüm kendimden... 
Hey sen görünümlü ben, bu uzaklığı sevmemekteyim. Bazen rüyayla gerçeği karıştırmaktayım yani hani olur ya hangisi neye göre kime göre gerçektir ya da. Burcumu seviyorum. Özdemir Asaf seviyorum. Adımı seviyorum.

Sevmek için geç, ölmek için erken...

15 Eylül 2011 Perşembe

Hayat çok kısa... Ve cenazeler beni hasta ediyor... 
Bu benim güçsüzlüğüm değil , hayatın acımasızlığı. Kendimi yaklaştıkça uzaklaşan bir ömürle sınıyorum. Gözümü açtığımda ise zifiri karanlıkla burun burunayım, zifiri kanla burun burunayım...



Öğrendik ki bırak perdeyi kapatmayı, han duvarları da çeksen etrafına ölümü yine görürsün, azrail yine bulur seni.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Ansızın...

Densizim bugünlerde. İnsanların hayatına pat diye girip, pat diye çıkabiliyorum ister istemez. İzinsiz seviyorum ya da destursuz aşık oluyorum her an her saniye belki..


Belki mi... Ah... evet evet. Karşılıksız karışıklıklar yaşantımın ilmeğini kaçırıyor. Hani örgü ördünüz mü hiç bilmem ama ilmek kaçar da anlamazsınız sonra tam bir şeyleri oturttuğunuza inandığınız an farkedersiniz. Tam oluyorken, olmaya başlamışken o kaçan ilmek gözünüze batar. Örneğinizi bozar, sevimsiz ve rahatsız edici durur-özensiz- ya da eksik... Çünkü daha sonra düzeltemezsiniz. Keşke zamanında farketseydim dersiniz ama sil-baştan yapmak zorundasınızdır. O da yerse...

Derin bir nefes alıyorum ama sokaklarda bir şey eksik. Yağmur kokusu.. Bu halimi özlemişim. Yazmaya doyamıyorum, aç kalmanın bir tek bu halini seviyorum hatta. Kendimi anlatmaya acıkıyorum. Ah bir de yağmur yağsaydı bir dörtlük bile patlatılırdı şerefine...


Neyin kafasını yaşıyorum bilmiyorum ama kaybettiğim kendimi bulmaya başlıyorum. Belki de kaybettiğimden çok daha kötü halde ama bulduğum ben'sem ne farkeder ki durumum. Neye göre kime göre kötü üstelik...Zırvalıklarımın sonlandırırken aklımı kurcalayan yine saçma bir lafla satırlarıma son veriyorum..

'Ansız'ım bugünlerde, 'densiz'in hayatınıza girebilirim ...

http://fizy.com/#s/12oejl
  bu da benden size gelsin o zaman... Siz , yani yazılarımı okumaya değer gören hepiniz...

6 Eylül 2011 Salı

Dünya tekerlektir

Anladım ki benim dünyam bir sabitliğe kavuşmuş değil. Evet biliyorum dünya dönüyor. Herkesin dünyası dönüyor. Dünya herkes için dönüyor. Ama benim dünyam herkesten farklı işliyor işte bazen. Dört tekerin üzerinde gibi düşünüyorum bazen. Bir arabanın içinde değil ama onu yönlendirmem için bir sistem var tekerlere bağlı olarak. Son zamanlarda işte bu kumandayı (yönetimi) elimden kaybettiğimi hissediyorum. 

Öyle ki bazen gözümü bir açıyorum ( genelde derin uykuda olurum büyük değişiklikler olurken hayatımda, göz göre göre olaylara suskun kalmak ya da kalmamak kararsızlığının ileriki evrelerde bana pişmanlık yaratmasından korktuğum için...) tanımadığım bir yerde tek başımayım. O kadar yabancı ki bulunduğum yer konuştukları dili bile bilmediğim için sesimi çıkaramadığım oluyor bazen. Bazen konuşmayı ya da düşünmeyi bile unuttuğum oluyor ya da. Bu yüzden uyumayı hem çok seviyorum hem nefret ediyorum. Bazen ne götürdüklerini görmemek işime geliyor. Bazense getirdiklerine hoş geldin diyememek ve zamanı geri alamayacağımı bilmek içimi acıtıyor... 

Bir insan bir şeyi hem sever hem nefret eder ondan hem korkar hem cesaretlenir mi...

Olamaz mı, olabilir. Oluyormuş... 

Hayatım işte bu yüzden dört tekerin üzerinde. Yani ben böyle tabirliyorum işte. Bazen nereye gittiğimi bilmemek yaşayacağım sürprizler için beni heyecanlandırırken bazen vardığım noktalarda hayal kırıklığı yaratabiliyor.

( neden mi 4 teker... Çünkü bir masayı en az kaç ayak dengede tutar sorusuna hiç bir zaman 3 demedim, diyemedim. Doğru olduğunu bile bile... Garanticiyimdir belki de ama cevap 4 tür. Bana göre hala öyledir...)

Bu yazıyı yazarken dünyanında tekerlekten (her anlamda)  farksız olduğunu hatırlatan canlı cansız tüm nesnelere teşekkürlerimi iletmekten memnuniyet duyarım..

25 Ağustos 2011 Perşembe

BENcil bir yazı...

Düşündükçe özünüzden ayrı kalırsınız bazen hani. Kendinize yabancılaştığınız her dakika 'sen' olduğunu sanan ya da senleşen insanlara da garip davranmaya başlarsınız bundan ötürü... Ne kadar tehlikeliymiş oysa...

Ben iyi bir sevgili değilim. Hiç olamadım... Bunu kendime itiraf etmem o kadar güç oldu ki, sonunda başarabildiğime sevinmeli miyim yoksa gerçek yüzümün bu olduğu için üzülmeli miyim kararsızım...

Ben o romantik filmlerden ağlayarak çıkıp, bundan sonra hayatını o yönde değiştirmeye karar alıp sonra gerçekleştiremeyenlerdenim. Ben o güçlü karakterlerin tırnağı bile olamayanlardanım. Hırs nedir, anlamını sözlüklerden bildiğim kadar masallardayım.

Ben asla o az sevip çok üzen  hatunlardan biri olamayacağım.. Hani o çabuk gitmeyi bildiği için iyi bir sevgili olarak kalabilenlerden olamayacağım işte...

Ne yüzüm o kadar güzel, ne ruhum o kadar çirkin ve bencil olamayacak işte...

Ben hiç iyi bir sevgili olmadım... İnsanlara kendimin yapmaya cesaret edemediğim akıllar verdim, onlara takmamayı önerdim. Nedendir bilmem dinlerler beni hep... Ben iyi akıl veririm bu yüzdende kendime kullanacak bir akıl bırakmamış bile olabilirim...

Ben hep o romantik-komedi filmlerinden ağlayarak çıkan zayıf ve gereksiz duygusal olan tiplerdenim, o gülerek iyiymiş ya da huh saçmaymış diyenlerin yanından bile geçemeyeceği , küçük bir kız çocuğu...

Ben, ben, ben... Merhaba işte bu benim...

Güle güle 4. ay, dolu dolu yaşandın ve 5. aya devrettin görevlerini...
kutlu olsun...

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Hastalıklı Zaman

Bir zaman çılgınlığı bu. Elimizde olmayan, geçmek bilmeyen... 

oysa tükenmez ki zaman ya da hiçbir zaman, zaman gelmez. Zamanın sonu gelmez.

Zaman...
Zaten kendisi bir yara olan; kocaman, hastalıklı, çaresiz bir sonsuzluk...

Yelkovanın her hareketi can acıtır gibi.

akrep zamanı değil seni sokar adeta ve her saniye artar kan kaybedişlerin...

Dedik ya işte...

Zaman hastalıklı bir sonsuzluk, sonu gelmez hiç.
Önemli olan;

Ne için, kim için beklediğindir. Beklenendir ...

Geçmesini, bitmesini, seni terketmesini asla istemeyeceğin hislerindir.
 zaman kendini tüketir; sen zamanın izlerini, o ise seni...
***

                                                                               Senin baktığını ben görürüm. Gözlerim yorulur...

                                                                                     Kapatırım gözlerimi ve neden sonra kuytuda uykuya bir yerlerde uykuya dalarım.

                     Dedim ya;
                                                                             hastalıklı zaman; 


                                                                                  virüsünü zayıf olandan yana kullanmıştır zaten hep.

                                                                                  Kurban bellidir, artık daha da yorgunumdur.
                                                                                         Uyurum...
                                                                                      Ben sana uyurum, sen bana uy(u)mazsın.
                                                                                         Bilirim...
                                                                                            Sonra sadece bakarsın hayata, ama göremezsin..
                                                                                              Gözlerin bende kalmıştır.
                                                                                             Farkındasındır...
                                                                                            Gözlerin bendedir, Gözlerin  ''benim'' dir.

                                                                                               Senin gözlerin ''ben''im dir.

   Anlamazsın...


                                                                                                              Çağla BOZKIR

Offf lanet olsun içimdeki duygusal ufak kız çocuğuna. Ota boka ağlıyorum. Ama bu halimden vazgeçemiyorum işte kahretsin. Bir müzik, bir film karesi kafi... Gözlerimi kapıyorum, yaşıyorum...
Sözlerinle unutmuş en sevdiği şarkını
Bakmış ne geçmiş geçmiş
Ne gelecek gelecekmiş
Uçmayan kuş kesmez bıçak.

Hiç atmayan kalp
İki yalnız bir gemide
Anısı var sadece.

Kadın ağlar erkek bakar
Kadın duyar erkek duymaz
Kadın sorar erkek susar
Kadın gider erkek içer
O şarkıydı aşkı anlatan.

Sözcüklerin kölesi olmadan
Çekti ciğerim dumanı
Son sigarasından
Dayanmıştı dahada dayanırdı
Ama ne gerek vardı.

Kadın ağlar erkek bakar
Kadın duyar erkek duymaz
Kadın sorar erkek susar
Kadın gider erkek içer.

Maceraydı değildi iki aşkın hikayesi
Arada ışık yılları vardı karşıdan bakınca
Belkide herşey biterse bir şey başlardı
Ama o hiç konuşmadı.

Kadın ağlar erkek bakar
Kadın duyar erkek duymaz
Kadın sorar erkek susar
Kadın gider erkek içer.


TEOMAN

16 Ağustos 2011 Salı

Masallardaki Kahraman

Evet, hala büyüyememiş bir çocuk var içimde..    Hayallerim o kadar basit ki aslında ama çok değerli. Herkes gibi ya da çoğu insan gibi düşünmüyorum işte. Aşk önemli...

Ben insanların bir ruh eşi olduğunu ve o iki kişinin birbiri için yaratıldığını düşünenlerdenim. Onu bulmak öyle zordur ki ya da keşfetmek. Ama insanlar iyi ya da pozitif olduğu sürece asıl kahramanlarına yaklaşırlar ya da Çağ mantığı böyle söylüyor. Beynimin bir yerlerinde hala gerçekçilik kaldıysa lakin arada beni uyandırmaya çalışıyor ama direniyorum. İnandığım toz pembe masalın toz-duman olarak yön ve şekil değiştirmesine gönlüm razı olmuyor işte. Hani bazen gerçekleşmesi imkansız olan istekleriniz, düşünceleriniz kısacası hayalleriniz vardır işte ama asla on(u)ları kaybetmek istemezsiniz ve onları hissetmekten kendinizi alamazsınız. İşte bende o masallardan kendimi alamayanlardanım...

Sanki onu bulunca bütün kirli hayatımızı temizleyebiliriz, düşlerimizi gerçekleştirebilir ve bir masalın da gerçek olabileceğine inandırabiliriz kendimizi gibi geliyor. Beyaz ata gerek yok, bir arabaya asla...

Benim icin bakan bir çift göz, dudaklardan sana doğru akan bir kaç güzel cümle, bir kaç tatlı dokunuş... Ve hayatın bizim ( kahramanım ve benim ) için kurduğu şifreleri çözebilecek düzeyde uygunluk...

Onun olduğunu, onun geldiğini nasıl mı anlarız? O bizim ilk aşkımız olur. İlk aşk derken ilk sevgili ilk öpücük ilk bilmem nelerden bahsetmiyorum. Öyle seversiniz, öyle aşık olursunuz ki daha önce hiç hissetmediğiniz ya da geçmişinizde yaşadıklarınızın derecesinin yüksek olmadığını hissettirecek bir duygudur bu. Bu yüzden hayatımıza girebilen birilerinin ilk olma ihtimali daima vardır aslında. Ve bu aşk, sevgi ya da adı her neyse işte max. ulaştığı anda ben derim ki işte o. Geldi ve aşık oldum. Hiç olmadığım, hiç bağlanmadığım kadar. Şimdiye kadar sevmediğim kadar... O halde ilk'tir. Öyle kalmaksa onun elindedir elbette ki kahramanınızsa kalacaktır da elbet. Yorulmadan, bıkmadan, mızmızlanmadan sevecektir sizi her halinizle. Hergün bir önceki günden daha fazla...

Aynı şeyleri düşünmek, aynı cümleleri konuşmak ve aynı tepkileri vermek hatta aynı duygularla tek bir şarkıyla bir lahzayı paylaşabilmek hayatın cilvelerinden olsa gerek :)
 Hayatın size hazırladığı sürprizlere tav olup aynı anda yaşamak, birlikte keşfetmek, işte nasıl derler... Bu kadar tesadüf olmaz dersin, bunu yaşadığında ise aşkta her şey bizim içinmiş deyip, yaşadıklarına şaşırmayaya başlarsın ve Anlarsın ki sıradışılık zaten aşkın kendisidir :)

Saygılarımla...
Çağla BOZKIR

11 Ağustos 2011 Perşembe

Mazi'den Satırlar...


Etten duvar(Bi senden Bi benden)


Soğuk,çok soğuk... Soğuk kokuyor sokaklar resmen. Saçlarımın dağılması,makyajımın bozulması söz konusu olsa dahi seviyorum ıslanmayı,üşümeyi...

Soğuk yüzüme çarptı bugün ama yüzüme çarpan bir çok şey daha oldu. Yapamıyorum. Bile bile affediyorum, gitmeyen bır arabayı yok yok otobüsü yok yok kamyonu hatta tırı ittirmeye çalışıyorum.Belki de rampada altında kalıp ezilirim ama buna mahkumum zaten. Bir gemi yapmıştım kağıttan denize salmıştım ama anlamıyorum rüzgar neden hep bana ittiriyor. ;
Sana artık gelme demeyeceğim,ben de gitmeyeceğim. Ama yaklaştıkça birbirimize ortalık kararıcak, bir duvar belirecek. Yine görmezsek paaaaaat deyip kafamızı çarpacağız. Yine...Sonra sen cesur görüneceksin ya hani , kırmaya çalışacaksın. Duvar kalın. Ellerim kanayacak önce , sonra ayakların tekmeledikçe. Belki sinirlendiğinde kafanı vuracaksın ördüğün duvara kafan kanayacak ama bu değil sorun,sorun bu değil. Seni acıtacak olan bu da değil. Duvarın çatlamadığını gördükçe gözlerin kanlanacak. Ağlayacaksın belki. Seni en çok acıtan gözlerinden düşen ve renksiz olan sıvı olacak. Gözyaşı işte adı.

Ve sen anlamadın, anlamayacaksın. Her zorladığında bu duvarı , her hamlende benim içimden birşeyler gidecek belki, belki etlerim kopacak, ezilecek...İçim parçalanacak işte. Hem de iki kere. Anlayamayacaksın işte. Duvarı ben kurdum , ben duvar oldum.
Üzüleceğim her hamlende kan revan içinde kaldıkça sen
Üzüleceğim aynı hamlende içimdeki duvara vurdukça sen...Canım yanacak ,yandıkça canın...Canım yanacak ,vurdukçaAslında bana.

Bunlara rağmen geliyorsan yanıma ... Gel, kovmam artık. Beklerim ben, gelirim hatta. Ta ki duvarı görünceye kadar...


Çağla BOZKIR
bknz: cagingundeminden.blogspot.com ( yaklaşık bir yıl evvel )

Sadece Kendime...

Bitmeye yüz tutmuş kalemim
Ve beni sana iten yalnızlıklarım...
Mutlu muyum,olmalı mıyım?
Neden bu kadar yarım kaldım?..
Anıların beni kendine hapsetmeye çalışıyor,
izin vermiyorum.
Dalgınım...

Neye , kime bilmiyorum ama ,
Dilime hakimiyette sıfırım.
Off, ne zaman bir olacağım?
Yorgun bir profil bırakıyorum arkamda istemeden.
'Vayy' demesi gereken dillerin 'vaah!' diyen yakınmalarını işitiyor kulaklarım.
Bu kulaklarımı tırmalayan sesten tek bir yerim inciniyor nedensiz,
Ucuz atlattğımı düşünüp yöneliyorum kendime belli belirsiz.
Asıl acıyan yerimin kalbim olduğunu anladığımda
Geç kalıyorum yaşam mudahelesinde bulunmakta...
Kendimi şanslı saydığım o an'a lanet ediyorum dudak hareketlerimle,
Ve neden sonra zararın pek de hafif olmadığını ,hissediyorum galiba;
Kalbim paramparça!..

Çağla BOZKIR ...

10 Ağustos 2011 Çarşamba

beynimi kurcalayan bıdı bıdı...

Ne bileyim ki ne yazsam...

farkettiğim şey şu ki fazla psikolojik kitaplar okuyorum. Her an kendime şizofreni teşhisi koyabilirim. Hayali arkadaşlarımda olmaya başlamışken..
  Hayır, hayır korkmayın. İyiyim tabiki de... Hemde kendini normal tanımlayan insanlardan çok daha fazla iyiceyim...
  ***
  Tiyatro... Aşk, tutku, mutluluk... Herşey, herşey benim için. Fazlaca idealistim bugünlerde. Ama yan flüt kursunu da askıya almak istemiyorum. Kaç parçaya bölüneceğim bilmiyorum ama her parçam sanatın bir parçası olarak devam edecek yaşamına ;)
 ***
  Ben de o evliliğe sıcak hatta kutsal ve ehemmiyetle bakan kızlardan biriyim. Aile, yuva, aşk... muhteşem parçaların birleşmesi ve huzur gibi geliyor bana. Ya da ilerleyen zamanlarda hayatımın böyle yönlenmesini istiyorum. Sevdiğinle aynı çatıda yaş'lanmamak, ihtiyarlamak... Ve bugünlerde fazlaca gündeme geliyor yakınlarımın evlenmeleri üzerine bu mevzu. Ben de düşümde vücudumu bir gelinlik içine koyup ruhumu özgür bırakmayı denemiyor değilim. Ama henüz düğündeki yüzler flu... Anlarsınız işte...
 ***
  Bugünlerde aşk ve sevginin ince çizgisini keşfetme yolundayım. Çevremdeki herkese bunun kıyasını yaptırıp ilişkilerini tehlikeye düşürüyor olma ihtimalini göz önünde bulundursam da , elde ettiğim sonuçlar dahilinde bunun farkını %90 kişi önemsemiyor. Aynı duyguda tatmin edebiliyorlar ilişkilerinde kendini. Ne demiştik, Çağ için ilişkide en önemli hatta tek önemli şey aşk... Aşk yoksa yalnızlık tercihtir.
***
İşte saçmalıklar ama gerçekliklerle dolu Çağ düşünceleri bunlar. Son zamanlarda etkisinde kaldığım ve beynimi kurcalayan ince belki de anlamsız ayrıntılar. Ama her zaman söylediğim gibi, çevremdeki herkesten daha zeki olmasam da daha farklı işliyor kafamın içindeki o beyin...

Sağlıcakla kalın... =)

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Doyumsuzluk

Hayallerimi unutmak üzereyim. Kalbim sevgi dolu benim eğer o kırılırsa sevgilerim her yere dağılacak ve ben bir daha toparlayamayacağım.. Sanırım bundan çok korkuyorum...

Eğer açsanız, karnınız doysun istersiniz. Eğer karnınız her gün doymaya başlamışsa, artık arzu ettiğiniz yemeklerle doymayı istersiniz. Eğer her gün istediğinizi yiyebiliyorsanız, üzerine tatlı da yemek istersiniz... Daha sonra da istediğiniz tatlıyı yemek istersiniz... daha sonra, sonra, sonra...  Demek istediğim insanoğlu fazla doyumsuzdur aslında.

Seni fark etsin istersin... Sadece yanında olsam yeter dersin, olursun da. Sonra beni sevsin dersin, uğraşırsın. Sevdirirsin kendini üstelik. Daha sonra benimle mutlu olsun dersin, olur mutludur aslında. Daha sonra beni sevdiğini açıkça göstersin-herkesin yanında- dersin, o da sevgisini saklamaz artık. Sonra bana aşık olsun dersin- aşk önemlidir - olur da. En çok beni sevsin, hayatında en çok aşık olduğu ben olayım dersin. Aşk deyince aklına yalnızca senin adının gelmesini istersin. O bunu hisseder, hissettirir... Hatta daha önce hiç hissetmediği aşkı, sevgiyi, bağlılığı senle hisseder. Bunu gözlerinden anlarsın, sözlerine güvenirsin...

Ama dahası yoktur. Mutluluktan ötesi yoktur ya da. Aslında en baştan, hiç istemeden yaşansa tüm bu tadına doyulmayan anlar, hiç istenmek zorunda kalmasa mesela, doyumsuz bir nefse bir egoya dönüşmeyecek belki de hiç.

Demek istediğim o ki, tüm bu kalp dolu anlar zamanın akışına bırakmadan, talep edilmeden yaşansa da eskimezdi o tat damaklarda... Eğer hissedilen aşk ya da mutluluksa , -gerçekten ama- sıkılınmaz yaşattığı duygudan. En üst seviyeyi ilk basamakta da yaşatsan, artan şey aşkın dışında mutluluk ve bağlılıkla sonuçlanır :)

Sadece bir düşünce..

30 Temmuz 2011 Cumartesi

...Çukurun Dibi...

Sanırım yakında olmayınca olmuyormuş demek ki deyip pes edeceğim. Anlatamıyorum, anlaşılamıyorum...

Sonuna mı geldik diyorum içinden, daha en başındayken. Bir ışık olmalı ama olsa da neye işaret anlaşılır mı? kurtuluş mu, yoksa tükeniş mi... Direniş zaten şuan yaşadığım şey.

Uğraştım...Bir anne gibi olmasa da, arkadaş, dost, sevgili gibi... Sahiplendim. Aldım onu içime, ta içime koydum. Sardım sakladım, korudum tüm can kırıklarından. Kendim yaralanmak pahasına onu pamuklara sardım, sarmaladım işte. Hiç gocunmadım. O kadar gocunmadım ki, kendimi unuttum onu hatırladım. Kendimi bitirdim onu başlattım, kendimi öldürdüm onu yaşattım. Onunla yeniden yaşadım, Yeniden doğdum, yeniden başladım be başardım- derken. İşte tam derken, bir tökezleme hissetti Çağ aldığı yol boyunca. Önce ayağı bir taşa takılmıştı, sonra acısı geçmeden çukurlara yakalandı. Hani belediyenin o önemsemediği  ama insanın ayağı takıldığında içini yakan, diş sıktıran , o sancıyı yaşatan kahrolası çukurlar...

 Ben dilekçemi yazdım, düzelmedi. O çukurları kapatın ya da bende yardım edeyim kapatalım dedim, sonra dediler. Beni ertelediler. Ben ki orta sınıf bir insanım elbet ama buna da hakkım olduğunu düşündüm. Canım acımasın. Bir kere bunu yaşadım, canım yandı! size bildirdim. Düzelmesi gerekiyordu diye isyan ettim. Ertelendim, geçiştirildim...

Sonra dedim ki benim o; parası, malı, mülkü, şanı, şöhreti olanlardan ne eksiğim var... Onların ki bir bakışı bir iması yetmiyor muydu size düzeltmeniz için. Ki oysa hiçbirisi benim kadar hizmet etmemiştir size. Benim kadar vatandaşlık görevlerini yerine getirmemiş hatta gönüllü olarak hiç yardımcı olmamışlardır size.

Doğruldum yavaşça düştüğüm çukurdan ve sordum? Bu acıyı hak eden ben mi oldum yani şimdi? Benim neyim eksik onlardan... Karşılıksız bir yardımı kim kabul etti, bu acıyı haketmesi gereken ben miyim şimdi? Çağ kalktı bileğindeki acıyla... Ve sordu...
 
Şimdi daha mı güzel oldu...
 
Ki ben bir çok dilekçemden sonra sana güveniyorum demiştim. Biliyorum ki bir gün ben söylemeden düzelteceksiniz evimin önündeki çukurları demiştim. Sizden bir adım beklemiştim. Ama kapanması gerekenler derinleşti işte anlamadım nasıl oldu.
Ben hala beklerken kapatılacak bu eksiklik diye, bir ses iletildi bana...
''Bence çok saçma, ben bununla uğraşmak istemiyorum, sevmiyorum... Çukur kapatmakla mı uğraşacağız. Bu bir eksiklik değil ayrıca bizim için. Yanlardan geçin o kadar önemliyse bu sizin için bizi bununla meşgul etmeyin'' dedi... Yıkıldım. Oysa önce tamam demişlerdi...
 
Neydi benim eksiğim, çok mu zordu ya da size hizmet etmeyenlere yaptığınızın ufak bir parçasını da bana yapmak...

 Bekleyin düzeltiriz demişlerdi önceleri oysa.. Şimdi ise saçma dendi...
   Oysa bu benim nacizane bir dileğimdi...

İşte böyleydi hikaye. Çağ bu laftan sonra takıldığı çukurdan doğruldu, üzerini silkelerken daha derinine düştü... Hani önemsizdi,gereksizdi bunları kapatmak... Şimdiki çukur boyumu aştı, nasıl çıkacağım buradan... Bu seferde yardım etmeyecek misiniz... Umarım sesimi kimseye duyuramadan ölüp gitmem..

Oysa o benim nacizane dileğimdi...    Anlatamadım gitti... Benzetmelerle dolu bir hikaye işte. Anlattım gitti...
Oysa bu yazı benim parça parça hislerimdi ...

28 Temmuz 2011 Perşembe

İlkÇağ

 Hep ulaşılmazlar mükemmel gelir ya insana. Uzak olan herşey caziptir işte. Nasıl anlatılır ki bu durum, deneyelim bakalım...
**
Başkalarının hayatı bizim hayalimizken , bizim hayatımız başkalarının kabusudur.  Belki de yaşamayı bilmekten geçiyordur bunun sırrı. Elimizdeki gerçek mutluluğun değerini bilmek mesela. Hep daha fazlasını istemenin bir mantığı yoktur aslında çünkü hiçbir artışın sonu yoktur. Hep daha çok daha çok derken, olması gerektiğinden de aşağıya çektiğini hissedersiniz çıtanızın... Elinizdekiyle mutlu olmak varken, varolanında avucumuzdan kayıp gitmesi gibi...
Oysa sahip olduğumuz hiçbir şey eksik ya da yarım değildir işte. Zamanla sizinle bütünleşir zaten parçaları. Hatta bazen elinizdeki en güzelidir , en fazlası, en i dir işte her şeyin. Anlatılmaz sözcüklerle .Başladığın cümle onu görünce boğazında düğüm düğüm oluverir, diline kramp girer işte. Hele ki elini tutuyorsa...
**
  Bende onu uzaktan görünce öyle imrendim . Hayata bakışını, gülümseyişini, aşkı sahiplenişini. Onun yaşadığı ya da yaşattığı hayat hayalim olmuştu bile... Yaklaşmaktan korktuğum, gerçek olmayacak kadar fazla güzel bir hayat.. Sanki yanında nefes alsam nefesimi vermekten çekinirdim o tozpembe gözlükleri buğulanmasın diye. O vardı, hep ve herkesten fazla. Ben ise benimsedim uzaktan ama harcamadım onun mutluluğunu. Bazı şeylerin zamanı vardır ya hani. Baktım, gördüm, bekledim... En süprizi ise sevdim...

Şimdi ise bana imrendiğim o hayatı yaşatan sevdiğim, sana teşekkür ederim...
Seni zamanın boşa geçtiğinde harcanmamamız için uzaktan sevdim. O kadar uzaktan ki, ben bile farketmedim.
**

Şimdi bizim hayatımız başkalarının hayali olsun.. Ama ne bizim aşkımız başkalarına kabus, ne de onların nefesi bize zehir olsun...

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Bir söz, Bir cümle...

Bugün eski defterlerimi ,eski blogumu gözden geçirdim... Ya eskiden fazla duygusal yaşamışım ya da duygularımı fazla abartmışım.Belki de sadece yansıtmışımdır... Ben açmıyorum da kapanmış defterleri, ya kapanmamış defterler dökülürse önüme...
**
Düşündüğüm ya da hayalini kurduğum bir şeyler var. Hayaller gibi ama gerçek olması için pembesini ya da beyazını azalttığım ,mutluluğa sınır getirdiğim,uçlarda olmayan, reele yaklaştırdığım idealar bunlar.
**

Bazı durumlar vardır ki  yaşandığı anda insanı acıtan, hani geçer elbet ya da geçebileceği gibi yaşarım yaşatırım dersiniz, öyle olmasını umarsınız ya da. Ama o vücuduna girmiş bir mikrobun etkisiz hale gelmesi mümkün olmuyormuş. Bu mikrobu senle bağımlı tutan tek şeyse düşünmekmiş. Bir hastalık gibi. Birisini kurtarmaya yönelmiş hatta başarmışken sanki sana bulaşmış gibi... Ölmemesi için ölmeyi göze almak gibi.. Bir söz , bir cümle aldığın derin nefesle iner ciğerine. Herhangi bir tütün ürününün içine çektiğinde zehirlendiğini anlamandan çok daha fazlasıdır yaşadığın. Yaşamak için nefes almak zorundasındır ve her nefes alışında daha çok yakar içini o söz, o cümle. Ciğerlerini doldurur, karnını ağrıtır, mideni bulandırır. Acıya alışık değilsen başın bile döner, bu acı çarptı beni dersin- alışmak istemezcesine-... Beynin senden bağımsız düşünmeye başlar ve tekrarlar içinden. İnanmak istediğine inanır , seni dinlemeden.

Bir söz yahut bir cümle. Geçmişten gelen,gününe yerleşen...Nasıl anlatmalı ? Acıyan bir yara gibi bedeninde. Acıtan ve gün geçtikçe kapanmak yerine sanki açılan. Kılıç ya da bıçak yarası değil bu. Bir çaba bir direniş bir hırs bir azim uğruna oluşan bir şey değildir çünkü. Ama için gider, can yakıcıdır. Kağıt kesiği gibidir işte. Keskin, net, kendini anlatmak ve sevmek uğruna yeniden, en çok, daha çok... Bir anlıktır, çok acıtır... üffff lersin ama, geçmez. Söndürmez sanki. O söz, o cümle ; kağıt kesiği gibidir. Yazmaktan bile vazgeçecek kadar yüz buruşturucur hissettirdiği. Acı, yanma, diş sıkma, sinir...Oysa amacı duyguların dile gelmesidir , kötü ya da galibiyet gibi bir niyeti yoktur. Naiftir... Dedim ya kılıç ya da bıçak gibi değildir . Daha masumdur, daha aşktır olmasını istediği ya da yazdığı şey o kağıtlara...

İnsanın kendisini tek ifade ettiği yer insanı nasıl acıtır ki ,  Nasıl kanatır ,İnsanın en çok güvendiği en masum ve  tek duygulu olduğu yer insanı nasıl yaralarki?

Nasıl mı... Çok pis... O çok pis bir acıdır işte. Nasıl desem Günün mutluluğunu geçmişin doğrusu karartıyor bu kağıt yarası, ya da mikrop gibi vucuduma giren o söz, o cumleler... Artık herneyse adı...

Gününüzün ve yarınınızın huzurunu yaşamak istiyorsanız, dününüzün gerçeğini kurcalamayın :)

24 Temmuz 2011 Pazar

Çirkin Ördek Yavrusu

Evet. Gerçeklerin önünde durmak imkansızdır. Bazen gerçekten hayat bu kadar beyaz olmasın istersiniz ve nefesiniz bile bulandırmaya başlar temiz havanızı... Yalanın rengi olmaz... Ama en hafifini kullanmak istersiniz biraz beyazın üzerine. Pembe gibi mesela.

Bugün bir arkadaşıma sorduğum bir soru uzerine  ''aşıksan ne önemi var ki '' demişti.. Haklıydı. Bananeydi insanlardan,onlardan,düşüncelerden ve yorumlardan... O zaman aklıma gelen yeni bi soru var, ne eksikti?
İnsanların büründüğü kıyafetin ne önemi vardı ki? hepimizin büründüğü , hani şu ruhumuzun zarar görmesini engelleyen, içimizin giysisi olan vücudumuz,güzelliğimiz ya da çirkinliğimiz. Ne kadar önemli olabilrdi ki...

Eskiden çok guzel olan insanların çok mutlu olduğunu düşünecek kadar hayalperesttim. Mutluluk o kadar kolay değilmiş demek ki.. Giysiye,büründüğün kılıfa, mala mülke bakmıyormuş demek ki..En azından benim için bu böyle değilmiş. Arkasına saklandığım mutsuzlugumun hafifletici sebepleri değilmiş demekki yanlış düşüncelerim.

Burdan bana bu gerçeği gösteren arkadaşım dodoya selamlarımı gönderiyorum. Sayende aynaya daha az bakıp, önceliklerimin farkına varıyorum... Seviyorum ve kalpten. Bu yuzden önemsiz sorular sormuyorum artık kimseye... Çünkü haklıydın. Ne önemi vardır reelin,duyguların yanında...

Gözümü kaparım gerçeğe, yüreğim açar ellerini hayalimdeki sevgiye... Yaşadığım, yaşatmaya çalıştığım... İçim görür , görmek istediklerini ya da hissettiklerini sadece; ruhumu saran o kılıftan ,o önemsiz deri elbiseden cok daha bağımsızca işte...

21 Temmuz 2011 Perşembe

AşkAlkol

Mutluluk,alkol gibi bazen vucudumda. Öyle ki ; ağzım, dilim,ellerim uyuşuyor. Abuk sabuk gülmeye başlıyor Çağ. Hoop ağzı kulaklarında ve bu uyumu seviyor işte.

Ama alkol gibidir gözyaşı. Öyle ki; dolmuştur artık için, daha fazla acı almayacak kadar sınıra dayanmıştır. Bir damlası bile istifra etmeye yeter işte mideni dolduran sıkıntılarını. Alkol gibi işte... Eşik değerini aştın mıydı,tutamazsın işinde gözyaşlarını...

O zaman alkolizm gibidir aşk... Herkes hayatında en az bir kere denemiştir. Töbeli olanlar ya da haram olarak görenler de vardır elbet onlar ise bu zevkten mahrum kalmaya mahkumdur. Bazıları ise tadına varınca , bir kere tadına varınca işte bırakamaz kolay kolay...Alışmıştır,bağdaşmıştır işte.Damarlarında dolaşmaya hatta kalbinden sonra vucudunu da ele gecirmeye baslamıstır.Aşk alkol gibidir işte.Vazgecemeyenler ise alkolik,sarhoştur... Doyamazlar aşka, hergün her an daha fazla...

Kafam güzel,kalbim güzel, sen güzelsin moduna girmek gibisi var mı...

Koy bir kadeh daha, doyulmaz aşka...

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Aşk...

Aşk... dolu dolu,yaşanırcasına... Adını tam anlamıyla yaşatan,yaşattıran. Ötesi yok,fazlası ya da eksiği de. Bir açıklaması da yok, bir şikayeti ya da sebebi de. Neden derler, neden denir-Aşk- dersin. Yeterlidir...

Düşündürür apansızca,dalıp gidersin işte. Gözlerin dalar hatta dolar. Hafif bir tebessüm belirir dudaklarda,güller acar yanaklarda hatta ama sırıttırmaz. Daha sıcaktır çünkü bıraktığı etki... Derin nefes alırsın tek seferde,ama bir dikişte geri veremezsin,taksit taksit içindeki huzuru ciğerlerine yayarcasına verirsin nefesini. Kulakların sadece onun sesini işitir.Dudaklarından onun kelimeleri dökülür,ellerinde onun ellerinin sıcaklığı kalır. Ellerin titrer,dudakların titrer,kalbin titrer...

Anlatamazsın işte yaşadıklarını. Aşk dersin,olur biter...

Uyursun , ama hayata dair uyursun. Hayallere,ruyalara uyanırsın. Planlara , onunla olan herşeye uyarsın. O yanında nefes alıyorsa,hele bir de gülümsüyorsa,kalp ritmin artar, gülümsersin. Mutlu olduğun için değil ha, mutlu olduğu için.Çünkü artık senin için mutluluk 'o'dur. onun mutluluğudur seni mutlu eden...Neden gülüyorsun surekli derler, sebebini bulamazsın,söyleyemezsin... Aşk'tır çünkü. Aşk dersin ,yeterlidir...

Elini ayağını nereye koyacağını bilemezsin... Gözün hep ondadır. Ola ki uzaktaysa sevdiğin, o zaman gözün hep telefondadır.Ağzından çıkan lafları bir bir aklına yazarsın,istemesende ezberine kaçar onun bütün harfleri.Güldüğü,durduğu,kızdığı,konuştuğu,sustuğu hatta nefes aldığı anları,yerleri bile yazarsın işte o hiç derslere harcamadığın beyninin köşesine.. Zaten kalbinin tümünü ele geçiren bu his,beynine de hükmeder sana farkettirmeden..Olan herşey senin kontrolünden çıkmıştır zaten. Hasta mısın,dengesiz misin sen? gibi soruların tek bir cevabı vardır aslında... Adı Aşk'tır. Dengeni bozan herşeyin sebebi budur aslında. Tek bir kelimedir ve yeterlidir...

Merak edersin. Yanında değilse geçmez zaman,dakikaları hatta saniyeleri sayarsın. Saatlere düşman olursun. Hele ki günlerin geçmesi gerekiyorsa of... Geçmez,geçmek bilmez...yerinde saymak şurda dursun,zaman geriye akar sanki. Elde değildir... Özlersin. Köpek gibi özlersin. Onu görene kadar,senin ilacın olana kadar özlersin işte...Haberin olsun istersin sürekli ondan. sürekli seni düşünsün istersin işte. Ayrılmak ne mümkün,senin aldığın nefes,baktığın gökyüzü bile o iken, o da bunu hissetsin istersin.O yoksa eğer,gökyüzün yok dmeketir,nefesin yarımdır bir de. Boğulursun. Boğazındaki eli de bulamazsın. Çırpınırsın. O yoksa işte karanlıkta kaybolursun merak edersin,paniklersin. Yardın istersin herkesten, bir nefeslik yardım istersin. Ne oluyor sakin ol derler sana, çok panik yapma rahat ol derler sana. Anlamazsın cunku anlatamazsın da... Tek kelimedir sebebi Aşk'tır. Anlatılmaz,yaşanır türündendir...

Anne gibisindir .  Şefkatli,kollayıcı,uyarıcı,sahiplenici... Bunu sana yaşatan duygunun adı bellidir. Aşktır.

Hayata tutunma sebebidir.kendisi sebep ya da araç değildir ama amaçtır. Büyük ,yüce, inanılmaz bir histir bu. O dersin.. İşte o..Geldiği gibi gitmesin istersin. Karışsın sana, kendi parçalarını kaybedecek kadar senleşsin istersin. Mutluluk olsun istersin.Daimi olsun istersin. Her gece dilinde duadır,her sabah doğan güneştir gözünde. Neden bu kadar çok düşünüyorsun, boşver derler.. Aşk dersin.. Fazla lafa hacet yoktur.

Bütün teselliler boş kalır,renksiz bir dünyaya düşme şüphes girdi mi hele içine,bütün umutlar yerle birdir. gökyüzün bile yoktur ki güneşi bekleyesin. İçin çürür,parçalanır... Sesler kesilir,kulakların işitmez. Gözlerin kördür artık. En fenası da hissiz,çaresizdir bedenin... Ölüm yokya ucunda ayrılık unutulur derler. Aşk dersin. Yeterlidir. Açıktır. Nettir. Ama artık insanların bile anlamıyacağı kadar genelleşmiştir.

Aşk derim, yeterlidir,kafidir...

29 Nisan 2011 Cuma

Yine yeniden,umutsuzca...

yine başladım yazmaya.. yeni tertemiz yine...

içimdeki duvarlara hergün yenisi ekleniyor.Beynimi de kurtların ele geçirdiğini düşünürsek çürümek üzereyim... İnsanlara olan güvenimi kaybediyorum. Kayıbım belki de zaten. Nedir elden gelen bilmiyorum...

Okadar yalnızım ki.. üç gün önce de böyleydim,hala böyleyim... O halde bu neyin başlangıcı.Nasıl bir başlangıc. Soğuk,uzak,yeni oluşan soru işaretleri,zamirsiz... Sevgiyi anlamak zordur,anlatmak da elbet.. ama hissetmek ya da hissettiğini belli etmek gerekir..

Ne diyeyim o zaman yeterince yalınım..Yalın bırakıldım.Kocaman bir duvarla başbaşayım be boyunu ben bile göremiyorum ki aşma imkanım olsun..

Özlüyorum.. O kadar çok özlüyorum ki o İlk'i.. bakışını,dokunuşunu,çırpınışını... Üzüldüğümde gözümün içine bakan o ilk...Benim için bitmiştir deyip bunun arkasında duran o İlk'i...Beni kaybetmemek için herseyi kaybetmeyi göze alan İlk'i...

Pişt.. sen kimsin,ben kimim,nerdeyiz... Bişey söyleyeyim mi,farkında bile değiliz?

Yabancılaşmak mı bu? hayır.. bence Çağ'ı,ona olan duyguları unutmak,atlamak...Hatılarımızın üzerinden büyük bi yük gemisi geçti ve üzerini örttü sanırım duygularının... Ya da beni ezdi gecti...Sevgi gösterilir,yaşanır,yaşatılır...  Hangi ölümün izlerini bekliyorum ki..Konumun,yermin,yerinin,kendinin ve benim hatta bizin farkına varman dileğiyle...

O sıcaklığı özlüyorum,o sıcak bakışı... Ben donarak değil yanarak ölmeyi seçmiştim. Hangi seçimi yaşıyorum ki?  hergün yeni sorular,sorgular...

alışamayacağız... Çünkü alışamayacaksın,alıştıramayacaksın!

10 Şubat 2011 Perşembe

Teşekkür

İşte bu... Uzun bir aradan sonra hatta elimizde olmayan,olamayan sebeplerden,teknolojik aksaklıklardan dolayı uzaklastıgım buralaın kokusunu özledigimi soyleyebilirim simdi...

Ama suan kulagıma çalınan hoş müziklerin yanısıra program sunucusunun sesi ruhumu dinlendirdi...
Yayında ve yapımda emeği geçen herkese teşekkürler..
Hep zor anlarımda bana yetişmeyi(ister-istemez) sağlayan sana en çok sana teşekkür ederim,,,

Müzik başlasın :)...