Aşk, Yepyeni Kalabilen Eski Bir Masaldır. H.HEİNE

30 Temmuz 2013 Salı

Ayrı renkler

Uzatsam ellerimi, tutabilir miyim gerçekten seni...Unutabilir miyim kalbimin sızısını...
Yüzümüze vuran bütün gerçeklerin üzerini hayallerle örtsek. Hem o kadar geniş ve rengarenk ki hayallerimiz, belki gerçeklerin burnunun ucunu bile görmeyiz böylece.
Rengarenk sevsek yine birbirimizi... Gökkuşağı olsa yine kavuşmalarımız.
Oysa sana baktığımda geleceğimi güldürürdüm gözlerinde... Beş dakika seyredalsam seni, beş yıl sonrasının sıcaklığıyla titrerdi içim. Sen benim hayalim, gerçeğim, geleceğim, prensim... Şimdi neden birleştiremedik sanki katagorileri. 

Gerçeğin olduğu her yerde, hayallerin pabucu dama atılırmış meğer. Gelecek, hiç gelmezmiş planlandığı gibi.
Aşkın önündeki engellerin kırılması gerekirken, kırılan umutlar olurmuş birer birer.
Şimdi sustuklarımız siyah, konuştuklarımız gri. Korkulan şey oldu , beraber parlayan canlanan her renk, soldu...Son buldu...
Gökkuşağı karardı, güneşin yerini öfkeli bulutlar aldı çoktan.
Onca rengimiz varken geriye ikimize dair bir tek siyah kaldı.
Ben kaldım, sen kaldın, umutlarımız hayallerimiz yarım kaldı...
Şimdi beklenen o mucize; 

Ayrı ayrı renklerimizi oluşturabilirsek, başarabilirsek şayet;
Belki bir gün gök kuşağında buluşur tekrar renklerimiz...

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Aşk...
Elleri yok aşkın tutup sarsın, sarmalasın... Bütün benliğine hissettirebilsin sıcaklığını. Ama kalbi vardır aşkın. Kimsede olmadığı kadar büyük ve affedici bir kalbi. Ne zaman seçerse kurbanlarını işte o zaman içine alır sizi. O zaman büyür kalbiniz, o kadar büyür ki geri kalan bütün organlarınızın öneminin yitirildiğini hissedersiniz. Nefesinizi keser, karnınıza ağrılar girer, küçük çaplı sinir krizleriyle gelen baş ağrıları, midenizde kelebeklerin yarattığı kramplar eksik olmaz, en ufak bir heyecan ya da panik durumlarında. Dedim ya işte Kalp ele geçirir tüm benliğinizi ve diğer tüm organlara da hükmetme yetisini edinmiştir çoktan.
Git gide güçlenir kalp, aşkla beraber. Ritmlerini öz güvenin verdiği bir baskıyla oluşturmaya başlar. Farkındadır gücünün, merkezin kendisi olduğunun. Yalnız atladığı bir şey vardır. Beyni ele geçirse de düşünme yetisine sahip değildir. Sadece saf dışı yapma olayını meydana getirmiş fakat hiçbir zaman onun görevini yerine getirmeyi becerememiştir. Her şey pek güzel, biraz telaşlı ama tatlı telaşlı devam ederken zamanla aşkın üstünü örtemediği çukurların oluştuğunu hissedersiniz (Büyük boşluk ve sorgulama evresi.) Yap-boz parçalarınızın eksildiğini ve tabloyu tamamlayamadığınızı fark edersiniz. Öncelikle bunu fark etmek güçtür hele ki eksikliğinin ne olduğunu bulurken (hatta bulamazken) çok sıkıntı çekersiniz. Kalp, hele ki aşkın ele geçirdiği kalp, bu konuda yeteneksizdir. Hoş bu onun görevi de değildir zaten, gerçekler konusunda yeteneksizdir. Sizi boyadığı o dünyanın renklerinden soyutlayamaz, yalnızca içine dahil etmeyi daimi hale getirmeye çalışır. Yoo , kötü niyetle değil asla. Saflığından... Her şeyin güzel olacağının inancındandır tüm bu kaosun başlangıcı aslında. Neden sonra kalp yorgun hisseder kendini, tüm bunun sebebi bencilliğinden mi desem, yoksa herkesin görevini üstlenip kahramanlık yapmasından mı desem bilemedim şimdi. Ama yetmez, yetemez işte. Her şey iyi hoş da beynin görevini hafife almıştır biraz işte, o olmasa da yaşanır, dünya döner hatta eğer o yoksa, mantık yoksa reel her türlü durumdan, duygudan ve dolayısıyla stresten arınıp her şeye pozitif bakılacağına inanmış bulunmaktadır bir kere işte. Kalp düşünemez... Aşkın kalbi, her şeyin kendi elinde olduğuna inansa da bir zaman sonra fark eder ki, hem kördür hem sağır hem mantıksız... Bu karmaşayı fark ettiği an aslında tek görevi olan , yalnızca kendi görevi olan o saf duyguyu da unutarak saf dışı bırakmaya başlar. Ne heyecan kalır, ne aşkın kendisi. E dolayısıyla küçülmeye gider, kendi yarattığı bu krizden ötürü. Evet , gerek madden gerek manen küçülmek... Ne demiştik yazımızın başında aşk ne kadar büyükse, kalp de o kadar büyük ve güçlüdür. Ve eğer kalp küçülürse, aşk zayıf ve güçsüz hatta savunmasız bir hal alır. İpleri kendi elinde tutmaya alışık olan kalp bu bocalamayla tüm dizginleri beyne kaptırmıştır bile.Beyin kendine yapılan haksızlığın öfkesi ve sonradan da olsa fark edilmiş olduğu gücünü eline alıp, iktidarını kurma çabasına başlamıştır çoktan. Deyim yerindeyse o hışımla gaza gelip, tüm dizginleri ele almıştır artık... Bundan sonrası tam bir 'geçmiş olsun' durumudur. Sonuç mu?
 Kalp ritmin yavaşlar, heyecanın önce tadını sonra adını unutursun. O tatlı telaşın yerini hayatın yıpratıcı koşuşturması alır yerini. Ve geçici körlük yaşadığın bu durumdan sonra, gözler fal taşı gibi açıldığı ve kaybettiği zamanın hırsı içinde olduğu için, tüm sorunları en ince ayrıntısı ve gereksiz detaylarıyla görmesi sebebiyle midede uçan kelebekler ölür, bu da mide bulantısı haline alır.   Kalbinden geçerken gözlerini gülümseten o isim; aklından geçmeye başladıkça yanlış rotanın sinyallerini verip kalbini ağrıtmaya ve beyninin uyuşmasına neden olur. Akabinde gerçeklerin yarattığı gerginlik ve huzursuzluk... Duygular ölür...
Gerçekler... Oysa kalbimizi yormayıp sadece işini yapmayı, sevmesini sağlasaydık mutlu olduğumuz kendi doğrularımızın 'gerçek' olduğuna ilelebet inanıp, hiç bir zaman sorgulama gereği duymayabilirdik.
Biz ne yaşadıysak hep daha fazlasını yaşamak istedik. Bir duyguyla yetinmeyip bütün olgularla yaşlanmak istedik. Bu yükü kaldıramayan kalp, ölür. Sonuç mu?
Aşk, ölür... Bu kadar cesetten sonra bünyenin durumunu tabir edebileceği tek cümle ise ''Devreler yandı.'' durumudur.  'Geçmiş olsun' u da geçtiğimiz evre, Allah rahmet eylesin' evresidir...''