Aşk, Yepyeni Kalabilen Eski Bir Masaldır. H.HEİNE

1 Ekim 2012 Pazartesi

Bütün Ünlemler Benden

Bugün bütün ünlemler benden. Kafama kaya parçaları düşüyor sanki. Öyle yorgunum ki, öyle alışığım ki artık bütün tersliklere, düzlükler hayali kahraman gibi imkansız ötesinde beni izliyor gibi. Sizin hiç kırılırken ya da üzülürken tepki veremeyecek kadar nasırlaştığınız duygusunu yaşadınız mı? Ne kadar aşk ne kadar umut varsa o kadar üzülür insan kırılırsa ya da kızdırılırsa ya hani. Heh bende o duygu yerine alışkanlığı aldı ve tepkisizliklerin içinde kaldım. Ben, Çağla. Konuştuğum herşey hava boşluğunda kayboluğ gidiyor sanki, ki çok değerlidir benim kelimelerim. Herkese açmam ben sözlüğümü, özeldir, özenlidir. İnce elenip sık dokunmuş en özel en ince kelimeler dizilidir ve en güzel insanlara sarfedilir. Sayfalarımın sonlarına geldiğini hissediyorum. Kötüleşiyorum çünkü, aksileşiyorum, kararıyor tüm renklerim. Ve sözcüklerim. Ah bir kelimeme binlerce anlam yüklediğim ve sana seslendiğim o kelimelerim... Renksizim... Senin hatalarınla birbirine karışan milyonlarca o güzel kelimelerden ağız dolusu küfürler üretiyor şimdi kalemim, binlerce isyan... Ve defterim kirleniyor işte, kirletiyoruz el birliğiyle. Benim kıyamadığım, kalmadı kalbimde bir yer kırmadığın... Oysa seni sevmek her güne yeni umutlarla uyanmaktı, kıyameti bekleyen bir günahkarın yanarken güneşi gördüğü için sevinmesiydi. Duymayan birinin şarkı bestelemesi, görmeyen birinin en güzel rengi gibiydin... Her saniye büyüyen bir özlemdi varlığın da yokluğunda. Ama acıydı işte. Sana her defasında bu sefer olur mu dediğim de her doğumdan sonra çocuğu ölen annenin, bu sefer ya yaşarsa ümidiydi. Hem acı hem umut dolu...
 İlişkimiz solunum yetmezliğine yakalandı sanırım. Nefes alamıyoruz... Ben ki oksijen patlaması yaşayabilirdim bir dönem. Tanrım, sitem etmeye bile gücüm yok. Boğazımda bir el, senin elin sanki... Boğazında bir el benim elim sanki...

Şimdi itinayla ördüğüm duvarları paldır küldür yıkmanı bekleyeceğim. Ama bilirim kıyamazsın... Ellerim acıdı, kalbim acıdı, gözlerim kanadı... Her taşı koyduğumda kendime lanetler yağdı ben tarafımdan. Bu son diyerek kırdığın her an için bir taş koydum işte... Farketmedin ama bak boyumu aştı. Artık seni göremiyorum. Göremiyorum ki artık yardımcı olayım sana, yeniden inanmak için bize.

Herkesten farklı olamıyorsan, herkes gibi biri olmalısın. Herkes kadar mutlu, herkes kadar aşık, herkes kadar düşünceli.

Ama ben o değilim... Ve üzgünüm, olamam. Ben bir hayal kahramanı arıyorum, ve o masalın prensesi olmak tek hayalim...

18 Eylül 2012 Salı

Geldiği gibi...

Gözlerimden uyku akarken bana yazı yazdıran güç neyse o hadsizi duyguyu seviyorum. Bugün hergün gibiydi. Yine düşündüm, kurdum, inandım ve yaşadım. Yaşayamadıklarımı kumbarama kaldırdım malum, en çabuk birikenler içimdeki ukteler. Bu akşam gülerek başladığı  bir şakayı ele geçirenler oldu, anlamadığım, tanımadığım yabancı bir duygu. Konuşan, anıların tozlu raflarına dokunan ben değildim sanki. Ama sözler benim beynimin benim için kurguladığı oyunlardan biriydi, yabancı değildi aşinaydım.. yani beni düşüren düşlerden binlercesinden sadece bi ikitanesi. Cümlemin sonunda aslında sonu gelen şeyin cümlelerim ya da kustuğum kelimeler olmadığını farkettim. Bir insanın hayallerini çöpe atması, emeklerinin farkedilmemesi kadar acıyken, ben kendi kendime güç ispatında bulunurcasına  alışılagelmiş düzenime meydan okudum. Gerçi ben buna küçük bir cinnet geçirme vakası da diyebilirim. Hatta cinayet. İçimde ölen bir kaç 'umut' ve 'heves' adı altında toplanan duygular oldu işte. Son olarak benim sözlerim boyumu aştı, insanlar hala hata ve pişmanlıklarını benim kurduğum hayallerle yarıştırıyorlar. Ve malesef bazen de galip geliyorlar. Ben gülümsedikçe , inandıkça gördüğüm hatalar törpülüyor coşkumu. Heyy  Özel alanıma bi saygı. Ben bu mükemmeliği bir gün bulacağım duygusunun hayalini kendimi bildim bileli kuruyorum. Yarın öbür gün bu yazıyı okurken kendime kızacağım hatta belki sileceğim de. Ama insanlar kusması gerekenleri yutarlarsa içleri kirlenir ve ben içimi kirletmeyeceğim. Hadi şimdi kocaman bir fotoğraf karesine ufacık bir köşeden gülümsememi sığdıracağım ve o gülüşün farkedileceği konulu bir rüyaya dalalım, kendimi seviyorum.

24 Ağustos 2012 Cuma

Ellerim


Ellerim sevilmeyi özledi. 
Onları pamuk gibi hissettiren bir sıcaklığı.
 Onların miniminnacık olduğunu, bebek parmaklarına benzetildiğini duymayı özlediler işte. Dokunmayı , hissetmeyi özlediler. 
Öyle soğuklar ki, sıcaklığına sığınmayı özlediler. 
Ellerim, anlamlarını yitirmek üzereler. 
Sen, sen kimmisin?
 Belki de henüz tanımadığım, ya da uzun zamandır tanıdığım.
 Benim kahramanım kimse, tüm seslenişlerim ona hitaben. 
Ellerim beklemekte ellerini...


8 Ağustos 2012 Çarşamba

Hayal(et)

Hayalimdeki şey neydi? Kendimi kaderin pençelerinin arasında ama özgür hissediyorum. Kulağıma çalınan bir nihavent makamı var ki sormayın nasıl dalmasın gözlerim. Anlatmak istediklerim öyle fazla ki, kelime dağarcığım yetmez. Ama konuştuğum tek bir cümle var ki o da soru işaretleriyle dolu.
Ben ne düşündüğümü bilmeden düşünüyorum. Ama en önemlisi ne istiyorum, ya da nasıl biriyim gerçekte bu çok önemliydi ve sordum kendime...
Ben mutlu bir evlilik hayal dolu gözler istedim yanımda. Bu zor bi dilekti ve ben hep imkansızı diledim. Eve girdiğimde benim kucağıma atlayan bir köpeğim olsun, benden bir kaç dakika önce girdiğinde evde beni göremediği için özleyen bir eşim olsun ve ben bütün yorgunluğumu ona sarılarak atayım. Kavga etmeden, üzmeden, kırmadan birbirimizi tükensin ömrümüz. Ben koşarak mutfağa giderken benim telaşımı tatlı tatlı izleyen bir prensle aynı yuvada olalım. Sonra ben birden kızıp yorgunluğuma yenik düştüğümde şımarıklık yapıp yemeğin altını yakayım. Biliyorum ya kendimi sonra bir de sinirden oturup ağlayayım. Bir çift el bulayım omuzlarımda bütün öfkemi sevgiye çevirecek kadar güçlü eller. Beni hayranlıkla izleyen, bakmaya doyamayan, onu her gördüğümde şükredecek bir sevgi yumağında dolanalım işte. Hatta sonra yemek yalan olduğu için salataya talim durumunu güler yüzle karşılasın. Yanağımı sevsin, bana var olduğum için teşekkür etsin mesela. Göz kalemim aktığında bile kendimi güzel hissettirecek kadar güzel olsun bana huyu suyu. İkimizin rengi olsun ve zaman öyle akıp gitsin ki o varken yanımda bana bir ömür yetmesin. Ellerimle koltuğun kenarına tutunarak destek almak yerine, tuttum kol onun kolu olsun mesela. Onunla maç izleyelim ama sonra yeşilçam. O sıkılıp uyuklar ise ben çimdiriverip sıçratayım yerinden sonra da ''ay kıyamam kabus gördün herhalde'' dediğimde bana sarılarak evet desin. Beni o kadar benimsesin işte. İstediğim sadece sonsuzluğu düşlerken ona doyamayacağımı biliyor olmalıyım. Onu incelemeliyim her gün her an sıkılmadan bıkmadan bütün hücrelerini ezberlemeliyim. Ona dolu dolu eşim derken gözlerindeki ışıltıda kamaşabilmeliyim. Onun aldığı nefesi ben vermeliyim. Uyurken onu daha az göreceğim için geç uyuyup erken uyanmalıyım, uyandığımda onu, beni izlerken bulmalıyım. Adımı söylerken kalbinin atışını karşıdan duymalıyım. Gülüşünde can bulmalıyım, her kıvrımında dudaklarının , bunun sebebi ben olduğuma inanmalıyım. Ben ona bakarken kaybolmalıyım, o beni düşünürken kaybolmalı. Ve buluştuğumuz yer yine biz olmalı. İşte benim istedğim evlilik bu ve kahramanım da böyle olmalıydı. Hadi hadi fısıltılarınızı duyar gibiyim... Evet onu asla bulamayacağım...
Hem her hayat masaldan ibaret değildir değil mi... Hayal etmek, umut etmek kadar güzeldir.

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Mucizem ol, gökkuşağınla gel

 Aramızdaki uçurum çığlıklarımı duyamayacağın kadar açıldı  mı? Dur   tahmin edeyim, yine ben abartıyor, ben kuruyorum. Hem herkes aynı hatayı yapıyor olamaz değil mi, yani sorun bende. Oysa gözlerimin baktığı yerde bitiverirdin. Sen süprizlerin , güzelliklerin diğer adıydın. Gözlerim sadece bakmaz, görür seni bir de gülerdi. Şimdi ürettikleri tek şey hüzün, gözyaşı. Kahramanlar hiç ölür mü, sen benim kahramanımdın . Oysa şimdi ağır yaralısın. Ve ben seni iyileştirebilecek materyale, hayale, umuda ve en önemlisi de güce sahip değilim. Ben , şimdi ne desem havada kalacak. Biz zaten hiç rayına oturmadık ki. Yaşadığım kocaman bir hayalkırıklığı, bu satırlar sana dair olacaktı ve ben görecektim he, bu imkansızın da ötesindeydi. Bak şimdi imkansızı yaşatıyorsun bana. Mucizelere inanır mısın? sen beni inandırdın. Bugün bunları hissetmem, kalbimin konuşma hakkını beynime devretmesi, gözlerimin  olmadığın yerlere bakması, yokluğunu araması, varlığının ve hatıralarının kalbimi acıtması, nefesimin senin ciğerlerine ait olmadığımı düşünmem , ellerimin boyu ellerine uymayışı ve bunun gibi renk uyumu sorunlarımız.. Seçtiğim yerdeydin şimdiyse ittiğim yerdesin. Yine de gelir misin? hissettirebilir misin bana beyazın saflığını, netliğini, kırmızını  aşkını.Bu yaşattığın  siyahlar bana pek yakışmadı. beyazlaşmamız zaman alacaksa eğer sen yine de mucizem ol, gökkuşağınla gel.

20 Temmuz 2012 Cuma

#Hayat Dersi#

Sarı sayfalarımın kıvrık ve yırtık köşeleri gibisin. Bir türlü düzelmeyen, doğrulamayan. Küçük bir buruşukluk ama can sıkıcı, düzen bozucu işte. Eskiden ilkokul öğretmenim hep uyarırdı beni bu yüzden. Sayfamdaki kenar kıvrıklarından kurtulmamı ve ancak böyle yüksek not alacağımı söylerdi. Bunun bir hayat dersi olduğunu nerden bilebilirdim ki.
Oysa sana bakmak binlerce kez izlediğim bir filmi aynı hevesle aynı merakla izlemek gibiydi. Sana aşık olmak bütün ezberleri bozmak gibiydi. Biliyor musun zamanla düzensizliği bile sevebileceğime inanmıştım, alışmaya çalışacak ve senin için başaracaktım. Ama her yorgunlukta kabuk bağlayan yaralarımın varlığını unutup , onları zorladığımı farkedememişim.
Bizimkisi başlarda çocukça bir oyun gibiydi. Çok eğlendiğimiz ve istediğimize bürünebildiğimiz büyük pembe bir mutluluk. İki aşığı seçtik kendimize rol model olarak. Başarabiliriz sandık ve eski türk filmlerinin griliğinde kendimizi başarılı sayabilecek kadar kaptırdık bu işe. Zamanla kendi kimliğimizi ve büyüdüğümüzü unutarak, her çatışmada yara aldığımızı saklayıp, bu oyunun savaş bölümlerini de geçmeye çalışıp, seviye atladığımızı düşünerek..
Düşerek, sayısız kere ve ağır.
Nasıl anlatılır ki bu duygu kavga ve aşkın birleşimi. Seni her öptüğümde ağzım burnum kan içinde kalacak gibi işte. Acı çekeceğimi bile bile koşmak sana doğru. Ama burada nasırlaşmak kavramı giriyor devreye ve ben bunu hiç hesaba katmamıştım.
Nasırlaştı acıyan yerlerim ve nasırlaştı sana koşmamı sağlayan duygularım.
Şimdi ne koşacak o yüce duygunun taşkınlığı, ne acıyı hissedecek o yaralar kaldı.
Düşündükçe düştüm, düştükçe düşsüzleştim.
Gerçekçi sıkıcı oldum ve yaşlandım.
Yaş-landım gülebilecek hatıralarımda.
Şimdi seni nereye koysam oradan bana bakıyorsun;
Ve ben bakışlarına dayanamıyorum.
O yüzden arkamı dönüyorsam sana, kızma bana.
Bunu ikimiz için yapıyorum. Kötü polisi oynamayı bizim için ben göze alıyorum. Kaçmıyor aksine üstüne gidiyorum savaşın.
Korkusuz ve gözü kara bir şekilde...

15 Temmuz 2012 Pazar

yarım kalan yazım değil, biziz

Oysa her çizdiğim evde ikimizin yaşadığını hayal ederdim. evimizin bir göl ya da deniz kıyısında olduğunu tabi. Iki başlı bir yalnızlık değilde iki başlı bir mutluluk talep ederdim gelecekten sürekli. Beklentilerim büyüktü hayattan, hem aşık hem mutlu  olacaktım. hemde seninle... olmadı, olamadık. OysA umut bende sonsuzlukla eşdeğer bir kavramdı. Gün gelir ben biterdim, ama umut asla bitmezdi. Kendime bile yabancılaşmam işte böyle başladı, seninle. Eski çağ ve fikirleri, yeni çağ ve hissettikleri çelişkisi . Gitmek şimdi bir gitarın teline dokunmak kadar kolay, bir kağıt kesiği gibi gizli bir acı.  Bizim ilişkimiz büyük bir dikkatsizlikti. Çarpıştık ve her çarpışmanın  sanki aşkla sonuçlanması gerekirmişçesine gibi tehlikeli bir fikre kapıldık. Oysa biz çatışıktık. Bunu farketmemiz biraz zaman alsada bilincindeydik, çarpışık bir ilişkiydik. O kadar bilinçli olmama rağmen şimdi neden cümlelerim eksik o zaman. bilmiyorum. Hala duyduğum tek ses senin tınıların, sessizliğin bile senin tonundan olunca güzel. .Ve en güzel koku teninin kokusu iken yanlışlık nerde olabilir diye soruyorum kendime ve aldığım cevap   : eğer doğru olsaydık tenimin tuzu karışırdı teninin tuzuna ve dudaklarımda kalan bu tad, yanaklarımdan süzülen yaşların değil, senin tuzun olurdu...

Ama olmadı, olamadık. Yazımı tamamladım. Ama seni, beni veya bizi değil...

29 Haziran 2012 Cuma

Içimden geçti, hissettin mi...

Bu günlerde fazla romantiğim diye söze başlamak isterdim. Ama değilim. herzamanki kadar bile değilim. çok hayalperest oluşum çocukluğun getirdhiği bir heyecan değildi kalbimde. daha farklı daha renkli ve sıradanlıktan uzak bir dünyam vardı. gerçeklerin ötesinde. ve ben ölene kadar durmalıydı, bu benim emelimdi. Şuan flu olan  kasabam kaldı ya çerçevenin içimde hani, eskiden bahçemdeki çiçeklerimin yaprak sayılarına kadar net, belirgin ve silinmeyecek kadar istediğim belli bir dünyam vardı işte. Sanırım yine sıkıntılar kahramanşarda. Ben kendimden sıkıldım. Neden sen de benden sıkılmayı denemiyorsun. Bazen yalnızlığımın çaresizliğini özlüyorum. Ama insan yalnız değilse onun çaresizliği daha çok yakıyormuş canını. Anlamlamdıramadığım bir hayatı yaşıyorum. Bu ben değilmişim de eğer arzularımın peşinden koşmassam nelerle karşılaşacağımı gösteren bir sülietim gibi. Geleceğin habercisi bir yansımam gibi işte . Ve ben bir anda uyanıp" vay be !, demek bunları yaparsam bunları yaşayacakmışım ha, hiç tahmin edemezdim" deyip o zamanlar pek de cazip gelmeyen ama asıl mutluluğun yolu olan bir takım seçenekleri düşünme zamanım olsaydı, bunu yaratabilseydim kendime keşke. Hoş zaten kendim için ne yaptım ki dersem, bulamam. O zaman kime ne diye bu sitem. Salaklığımı çekiyorum , cezamı. Şimdi bu yaptığım ne, bu yazı niye bilemiyorum . sadece uzun zamandır burdan uzak kaldığımı ve defterlerime fazla yüklendiğimi anladım. Velasılkelam içimden geldi, söyledim. Hey büyüdüm ben. Hemde tahmin edilenden daha hızlı, daha fazla ve daha sancılı. Son olarak yalnızlık yanlışlıktır. Bekle beni Şarköy...

15 Nisan 2012 Pazar

Deprem

Çok bişey değildi istediğim. Sıcak bir evim, yuvam olsun işte. Ben evde iken kapımı koşarak açayım, ya da dışardaysam kapım yüzüme gülerek açılsın. Bunun kısCa anlamı huzur ve mutluluk işte. ama tek derdim bu değildi elbet. Ama yinede çok uçbişey değil bunların yanında istediğim .

Aşk ... 
Aşk ya tek kelime ama bir ömre bedel olan  o mukemmel duygu. tek istediğim gözlerimi n içinin parlamasıydı adı geçtiğinde. adı adıma uysun istedim. yıllarca onu beklediğimi bilsin.
Artık gelsin görsün ve bilsin istedim. Kolay değildir insanların neden dunyaya geldiğini çözmeleri. gel, ben buldum dedim. sustum uzattım  ellerimi, varoluş sebebim sensin, aşk.. dedim. Yok oluşuma sebep olabilceğini hiç düşünmemiştim oysa. 
Seni hergün daha çok daha çok daha fazla sevebilceğimi biliyordum ama bir gün ''bugün seni sevmiyorum'' diyebilmek yoktu lugatımda. Oysa  bugün de senmi sevmiyorum. Dün seni deli gibi özleyen kız bugün mantığıyla seri toplantılar halinde. 
Oysa bana aşık olduğunu hatta ilk olduğumu biliyorum. Ama sen beyin kıvrımlarımın nasıl işlediğini bilmiyosun. kolay senaryo üretirim yeter ki bana bir konu verin modundayken ben sen bana konulardan konu seç diyorsun. Malzeme veriyorsun ve kullanmamı istiyorsun. Bense unutamayacağım şaheser senaryolar üretiyorum. 
Meğersem benim için geçmiş hiç geçmemiş...zamanında temelde yarattığın boşluklar gün gelir böyle tepende patlar. Sonuç artçı bir depremde yıkıntı..

12 Nisan 2012 Perşembe

 bu gun onun doğum günüydü . o doğdunu sa ndı  mumlarfı üfledi ..  ben doğduğumu  anladım nefesin nefesime değdi..ğı iyi ki doğdum o zaman seninle nicelere

17 Şubat 2012 Cuma

305. gün aklımdaki sayı

Bir sayı tuttum aklımdan. Ama bulması kolay. Kolay dediysek de küçük bir şey değil elbet. Ama gel beni bul istiyorum, sayılarım gibi, renklerim gibi. Hayallerim gibi, hayallerimdeki prensim olduğun gibi...

Zamanı gelince ise elinde bir demet papatya olsun. Onların beyaz yaprakları çok masum duruyorlar. Gözlerinin içinde tatlı değil, aşklı bir telaş. Kalbinde bana ayırdığın yer hazır ve yegane olup, dilinde yalnızca bana söylediğin ve ömrünce söyleyebileceğin sözler ezber olsun. Üstünde sana eğreti durmayan bir takım elbise, arkanda benim her gördüğümde daha da çok heyecanlanacağım ailen...

Pantolonunla ceketin aynı renk olsun mesela. Hem çikolata da olsun ama böyle çok da cafcaflı değil yemeye kıyamacağım kadar şık ve pahalı olmasınlar. Her şey doğal olmalı, gözükmeli. Aşkımız gibi... Zorlama gibi değil yani.. 
Her şey yakışığına layığına uygun olmalı işte. Sen otururken müsade beklemelisin. Hafifçe dizini titretmelisin sonra. Kulağında hep aynı melodi olmalı. Aklınla benim aklımdan tuttuğum sayı. Dokunduğun heryerde rengimi görmelisin. Konuşurken sesin incelmeli hatta hafiften titremeli de. Ama o öz güveninden ödün vermemelisin. Adım geçtiği zaman dudaklarından, o sesin kalbinden geldiğini anlamalı ailem. 
Sonra her şey nihayet bulduğunda beni ne kadar seviyorsun, ne kadar aşıksın dediğinde yani bunu yıllar sonra bile sorsan vereceğim cevap aynı olacak...

Aklımdaki sayı kadar... Ve sen sevgili, aklımdan tuttuğum sayının aklından tuttuğun sayı olduğunu bileceksin.
Aklımdan tuttuğum sayının + sonsuz olacağını, benim mutfak kapısından salona girip kahveleri dağıtırken daha aklımdaki sayının , aklında olacağını bileceksin.

Seni ilk gördüğüm gün, elini ilk tuttuğum gün, seni ilk öptüğüm gün, gözlerime bakıp bana aşk dediğin her gün, beni hayallerine değil de , hayallerini bana eklediğin her gün, başıma o beyaz tülü giyip saçlarımda tek bir siyah tel kalmayıncaya kadar beyazlara büründüğüm her geçen gün olacağı gibi aklımdaki sayı kadar seviyorum seni... 

Sana + sonsuz aşığım...

4 Şubat 2012 Cumartesi

Baharın ko(r)kusu

Gözlerimi kapatıyorum... Bahar geliyor aklıma, doğduğum zamanlar...Mis gibi çimen kokusu , hele bir de yağmur varsa ne tatlı olurdu paçalarıma sıçrayan çamurlar. Hiç de rahatsız olmazdım, küçüklüğümden beri zamanın getirdikleri bana zararsız gelirdi, neşelenmeye bakardım. Ben çok gülerdim, herkes gibi. Kim sever ki ağlamayı, dertlenmeyi. Herkes gülerek hatırlamak ister mesela ya da herkes gününün iyi geçmesini dilerken ,gülümsediği kareyi getirir aklına.Ya Gülümsemek  işte.. Hoştur, güzeldir, gereklidir...



Benimse, gözlerim kapalıyken gülümseyişim işte bu düşlerle gerçekleşir. Düşlerse gerçekleşemeyecek kadar fludur işte. Henüz netletmemiş, tadı o kadar da hoş olmayan, nasıl diyeyim çilek kokmayan henüz... Sıcacık yağmur , ılık esen rüzgar ya da aradan parlayan güneş ışığı değilde, fırtına ve soğuk hatta ürkütücü bir grilik var bulutlarda.



Ve ben herşeyi zamanında seviyorum. Baharımda fırtına olmasını değil, kışımda güneş açmasını da değil elbet.. Çünkü o kadar bencil olamam ya da yüzsüz. Bana bunu öğretmediler. Sürekli hayattan güzel şeyler bekleyecek kadar nankör de olamam. Hatta sürekli birşeyleri feda edip, bir şeyleri kazanmaya ancak o zaman yaklaştığımı düşünürdüm. 
Hep güzel bir şey dilerken 'bu kötü şey gelebilir başıma; bu dileğimin olması için, buna razıyım' derdim. 
Hep zorlaştırmamaya çalışan, gerektiği kadar fedakar bir çocuktum, gençtim... Erişkin ve de yaşlı olacağım bu gidişle...
Ama ama...
 ama gözlerimi kapattığımda, zamanı durdurduğumda , 

bu yaptığım sadece hayal etmek, düşlemekken; geleceğimi, mutluluğumu ...

henüz reel olamamışken, hatta reel olmasını sırf beyazım grileşmesin diye göze alamamışken... Yani sonsuz mutluluk, sonsuz beyazlık ve sınırsız gülümsemeyi hayal edebilmeyi hayal etmişken sadece...

Yani yani... Yani benim sadece bahar rüyamda, gözlerim kapalıyken... hazır gök kuşağımda çıkmışken rengarenk, 
bu poyraza ne gerek vardı bütün dallarımı kıran. 
Oysa oralarda daha çiçek açacaktı, yeşil çimenler ve çilek kokusu...ılık yağmurun tenime verdiği huzuru hissedecektim.




Ve kirpiklerimden süzülen sadece ve sadece yağmurun damlaları olacaktı...

Sadece bembeyaz bir hayaldi, hayalken bari kirletmeye ne gerek vardı. Zaten gerçek olamayacak kadar fazla bahardı; hatta nisan, mayıstı... en azından ben gerçek olmasını göze alamayacak kadar kırılmasından korkarken   tozpembe düşlerimin, tuz buz etmeye ne gerek vardı...


Uyandım, paramparçaydım...
O kadar ki bir daha gözümü yummaya, baharı beklemeye korkarak fırtınaya sığınacak kadar...

14 Ocak 2012 Cumartesi

Ben böyleyim :)

Bugünlerde kendimi amma da becerikli sanıyorum. Ama öfürdeyip geçmeyin( öfürdemek de yeni bir tabir oldu oflamakımsı bir şey oldu çağın klavuzunda şuan) Bildiğiniz elimin hamuruyla ev kadınlarına taş çıkartır oldum :) çok mu vakti varda neyin tribine giriyor bu kız diyebilirsiniz. Aslında sorsanız hiç vaktim yok. Bu sanıyorum ki dolaysız, öznesiz, şikayetsiz ve duygusuz bir yazı olacak, ne de bir sitem... Bana beni anlatıyorum...

Mesela çok güzel ıslak kek yapmayı öğrendim kendi kendime. Bunları yaptıkça kendi evime sahip olma isteği duyuyorum içten içe. Mercimek köftesi henüz hazırlık aşamasında , yenebilir kıvamda ama parmakları yemeğe dahil etme kıvamında değil. Hee bir de patatesli börek tabi ki. Geçmiş tariflerimden kuru pasta ve tuzlu kurabiye yapmayı da biliyorum aslında... Sanırım yaşlanıyorum. Bunları becerikli olmak için mi yoksa dikkat dağıtmak için mi yoksa evlenmeye uygun bir eş adayı olabilcek miyim sorusuna cevap bulmak için mi yapıyorum bilmiyorum. Sanırım en büyük derdim stres atmak, düşünmemek ve anı yaşamak. Kendimle baş başa kalmak ya. beynimle ya da kalbimle değil de tamamen kendimle olmak gibisi..



Bilindiği üzere astronomi okuyorum. Hala düzenli ve mutlu bir aşk hayatım var (bana rağmen) . Sınavlarım şaşırtacak şekilde iyi gidip notlarım yoluna girmeye başlıyor. Sanırım artık büyüyorum... Dediğim gibi kendime ait öyle çok planım var ki, kendi hayatıma dair, bunu engelleyecek hiçbir pürüz kalmasın istiyorum...

Bu kız  felsefe de okumaya başladı bu yıl. Hatun gaza gelir ve ipini koparır :)


Uzaktan eğitimle İstanbul üniversitesinin Felsefe bölümüne başvurdum. Vizelerimde kalır not yok gibiydi ve bugün finallerine girdim ve tabi yarında devam edecek. Umuyorum ki herkese gösterdiğim inadı ispatlayacak nitelikte sonuçlar alırım.

Başka ne mi var??

Hayallerim var be, umutlarım var benim. Hala kimseciklere kaptırmadığım, kurmaktan yorulmadığım tozpembe bir dünyam var ki kirletemedi hiç bir kötü ruh( başıma gelen olumsuzluk ve duygu çöküşleri)
Ve sanırım ben, ben oldukça... Bu Çağ hep Çağ kaldıkça amaaaan işte bu kız böyle yahu hep gülerim ben severim gamzelerimi, pozitif enerjilerimi paylaşırım. 

Nasıl bitirelim sonunu... heh ben böyleyim, sevildiğim gibi :)

7 Ocak 2012 Cumartesi

saçmalık...

İçinde bulunduğum durumu çözemiyorum, soru işaretleriyle yazı yazmak gerçekten zormuş...

bu muyum, olmalı mıyım... sessizim...

belki beklemedeyim belki çoktan yola çıkmışım firariyim, 


şimdilik tek bildiğim, ben bende değilim...

hayatın bana getirdilerini kendime yoğurma aşamasında

uygun tadı bulmaya çalışıyorum...!!!
ben küskünüm feleğe,
düştüm bitmez çileye...